I.
1976 yılında yazdığı bir gazete yazısına, Sevgi
Soysal şu soruyla başlar: “Nedir gerçek?” Ardından başka sorular da sorar ve yanıtlar
arar. Yazının ortasına gelince bir soru daha atar ortaya: “Ya gerçeği yazmak?..”
Sonrasında da sözü Michel Foucault’nun Eski Yunan’dan çağımıza taşıdığı “parrhesia” (doğruyu, hakikati, her şeyi
söylemek) kavramına değil, ama bunu kuşkusuz çok önemseyen Bertolt Brecht’e
getirir. Sevgi Soysal’ın üzerinde durduğu, onun, 1939’da bir dergide yayımlanan
ve gizlice Nazi dönemi Almanyası’na sokulan, “Gerçeğin Yazılmasında Beş Zorluk”
isimli yazısıdır. Brecht’in gerçeğin yazılması için gerekli gördükleri ise
şöyle sıralanmıştır: “gerçeği yazabilecek cesaret; gerçeği kavrayabilecek akıl;
gerçeği, elle tutulabilir bir silaha dönüştürmek sanatı; bu silahı etkili
kılacak olanları seçebilmek; gerçeği yığınlara ulaştırabilmek, yaymak becerisi.”
(Brecht, 2005, ss. 171-186) İşte, gerek gazete yazılarında gerekse de az
sayıdaki radyo konuşmalarında Sevgi Soysal hep bunları göz önünde bulundurmuş,
bu gerekliliklerden yola çıkmıştır. Gerçeğin yazılmasında ya da söylenmesindeki
zorlukları aşabilmek için radyonun önemli bir araç olabileceğinin farkındadır
Brecht. Bu yüzden onu önemser ve gerektiği gibi kullanılmasını ister.
Henüz
24 yaşındayken Ankara Radyosu’nda çalışan Sevgi Soysal’ın hayatında Radyo’nun
önemli bir yer kapladığı biliniyor. 1965’te TRT’de program uzmanı olarak
çalışmaya başlayan, ancak 12 Mart 1971 sonrasında tutuklanmasının ardından bu
kurumdan ayrılmak zorunda kalan Soysal, kısa hayatının son dönemlerinde BBC’de
radyo konuşmaları yapmış. Yazarın, yarım kalan son romanı Hoş Geldin Ölüm ile birlikte 2005 yılında kitaplaşan bu beş BBC konuşmasının
dışında, ‘Sevgi Sabuncu’ ismiyle dergilerde yayımlanıp kalmış olan “Eğitici
Radyo Üstüne Konuşmalar”ı var.
Bertolt
Brecht’in radyo üzerine yazıları ise 1927-1932 tarihleri kaleme alınmış
durumda. Soysal’ın radyo konuşmaların içeriği, Radyo’nun dağıtıcı işlevinin yanına
iletişimci işlevinin de konulması gerektiğini savunan Alman yazarın yaklaşımıyla
kesişiyor. Brecht, Alman toplumunu ve radyoyu algılayışını eleştirerek söze
başladığı “İletişim Aracı Olarak Radyo” yazısında, radyonun hayat amacının kamu
hayatını güzelleştirmek olamayacağını -zaten Alman kamu hayatının da
güzelleştirilmeye pek elverişli olmadığını- ekledikten sonra bir öneride
bulunuyor. “Radyo bir dağıtım aygıtı
olmaktan çıkarılıp, iletişim aygıtına
dönüştürülmelidir. Radyo kamu hayatının düşünülebilecek en mükemmel iletişim
aygıtı, muazzam bir yönlendirme sistemi olabilir. Olabilir ama sadece yaymakla
yetinmeyip almayı da becerebilirse, yani dinleyiciyi sadece dinleyen değil,
aynı zamanda konuşan haline getirebilir, onu izole etmek yerine ilişkiye
geçirebilirse. Bu durumda radyonun tedarikçilik faaliyetini bırakarak,
dinleyiciyi tedarikçi olarak örgütlemesi gerekecektir.” (Brecht, 2012, s. 18)
Bu gerçekleşebilirse, der Brecht, düşünce alışverişi olanaklı hale gelecek ve
radyo demokratikleşerek “etkili” bir buluşa dönüşecektir. Temel mesele, halkın,
eğitilmesinin yanında, kendisinin de eğitici rolünü üstlenebilmesidir. Radyo
dinleyicisinin aktif olmasını istemesi, yazarın ‘Epik Tiyatro’sunda
amaçladıklarıyla ilintilidir elbette. Bu durumda propaganda da yeni bir biçim
kazanabilecektir.
II.
Sevgi
Soysal’ın ‘Sabuncu’ soyadıyla 1969 yılında Dost
dergisinde yayımlanan dört bölümlük konuşma dizisinde Radyo ve Televizyon’dan
eğitme amacına uygun olarak nasıl yararlanılabileceğini bulma çabasındadır ve ilk
konuşmaya şu sorularla başlanır: “Radyo her şeyin üstünde bir eğitim aracı
mıdır? Yoksa eğlendirici, haber verici bir eğitim aracı mıdır? Yoksa
eğlendirirken, haber verirken, yanı sıra eğiten bir araç mıdır?” (Soysal, 1969,
s. 26) Soysal’a göre çağdaş eğitimin, insanların düşüncelerini özgürleştirmelerine,
bireysel güçlerini anlamalarına yardımcı olması gerekir, çünkü çağımızın
bireyi, bireysel gücünü, toplumun ve çağın yararına değerlendirmelidir.
Çağdaş eğitimde birinci amaç, yaşamaya
yardımcı olmaktır. Bunun yolu, modern toplumun temelleri hakkındaki eğitim,
politik eğitim ve tabiat bilimleri eğitiminden geçmelidir.
İkinci amaç ise, beğeninin
geliştirilmesidir. Halkın sanata kapalı kalmış çoğunluğuna onu tanıtma, anlama
yolu açılmalıdır.
Üçüncü amaç olarak Soysal,
insanlardaki eğilimlerin geliştirilmesi gerektiğini söyler. Önce bunlar açığa
çıkarılmalı, sonra da geliştirilirken insanlara yardım edilmelidir.
Yazar öncelikle bu amaçlar üstünde
durur çünkü Radyo ve Televizyon’un ancak bu amaçları gözeterek eğitici
olabileceğine inanır. Eğitici Radyo’nun temel şartı özerk olmasıdır, ancak mali
ve politik özerklik yeterli değildir. Bağımsız, ama yayın yapılan ülkenin
çıkarlarını, yararını gözeten; onun gerçeklerine, sorunlarına yönelen; bunların
çözümüne katkı yapmaya çalışan; bu görevi bilimsel ve bilinçli bir tarafsızlıkla
gerçekleştirebilen bir Radyo, eğitici olabilecektir.
“Eğitici Radyo Üstüne Konuşmalar”ın
ikinci bölümünde Sevgi Soysal ‘Kimi Eğitmek-Nasıl Eğitmek?’ sorusunu alt başlık
olarak kullanır. “Dinlenmeyen ya da seyredilmeyen bir Radyo-Televizyon, boşa
kurşun atan bir silah, dinleyicisiz bir hatip, seyircisiz bir tiyatro,
okuyucusuz bir kitap kadar anlamsızdır ve anlamsızlığı oranında eğitici
değildir” (Soysal, 1969, s. 11) diyen yazar, hangi dinleyici grubuna neyin, ne
şekilde ve ne zaman ulaşması gerektiğinin altını çizer. Radyonun eğitici olması
demek, kendisi için gerekli bilgi kaynaklarını, bunlardan yoksun dinleyici
kitlelerine aktaran, güven verici bir aktarıcı olması demektir. Burada iki
prensip vardır: Bilgi kaynaklarının seçimi ve bilgilerin sunulması. Çünkü bütün
bilgi kaynakları, insanların eğitimi açısından aynı önemi taşımazlar. Ayrıca
seçilen bilgi, bütünü yansıtan örneklerle geliştirilebilir olmalıdır ki,
dinleyici içine çekilebilsin. Öğretme, aydınlatma iddiası taşıyan her programda
bilginin sunuluşu da önemlidir, ki burada insanların doğal öğrenme
alışkanlıklarına uymak gerekir. Öte yandan, dinleyicinin dikkat grafiği de
dikkate alınmalıdır. Örneğin, bir programın son dakikalarında tekrara
gidilmelidir, çünkü 45 dakikalık bir programda dinleyicinin ilgisi ilk 10
dakikada yavaş yükselmekte, 10. ile 30. dakika arasında doruğa ulaşmakta ve son
10 dakikada hızla düşmektedir. Soysal bu konuşmasının sonunda “radyoculukta
katı, kesin kurallar olamayacağını” söyler. “Didaktik önemli bir yardımcıdır
ama hiçbir zaman eğitici çabanın başlangıcı ve sonu olamaz.” (Soysal, 1969, s.
13)
Sevgi Soysal’ın “Eğitici Radyo Üstüne Konuşmalar”ının
üçüncü bölümü, radyonun özelliklerinin eğitici yayınlara etkisi üzerinedir.
Brecht’in radyo dinleyicisinin pasif olmamasını istemiştir, ancak dinleyici
tarafından radyo genelde eğlendirme aracı olarak görülür. Pasif öğrenme
olamayacağını savunanlar için radyonun eğitici yanı yoktur; üstelik radyo,
dinleyiciyi düşünce tembelliğine alıştırmaktadır. Soysal farklı alıntılarla bu
vurguları yapar ama sonra bunlara karşı savlar geliştirir. Öncelikle,
dinlemenin, kendini vermenin tam pasif bir davranış olmadığının; yorucu, çaba
isteyen, aktif bir durum olduğunun altını çizer. Radyonun akustik özelliği
sayesinde iyi bir konuşmacı, dinleyiciyle bir iç diyalog kurabilir. Soysal’a
göre radyonun sadece akustik olarak eğitim yapabileceği iki tür vardır:
sohbet/anlatarak öğretme ve konferans/aydınlatarak öğretme. Sohbet dinleyiciyi
konuya ısıtacak, benimsemesini sağlayabilecektir. Konferansta ise açıklık,
netlik ve canlılık çok önemlidir. Ayrıca, mekan ayrılığının eğitici işlevi
azaltmasına karşı, bu ayrılığın dinleyiciyi özgür kıldığını ve otoritenin
dışına taşıdığını söyleyen yazar, konuşmasını şöyle tamamlar: “Objektif
değerler, radyonun aracılığıyla dinleyicinin subjektif dünyasına aktarılabilir.
Başarılı bir programda dinleyici bu mekan ayrılığından rahatsız olmaz.
Mikrofon, insan kulağıyla kişisel bağlantı kurabilen bir araçtır.” (Soysal,
1969, s. 21)
Konuşma dizisinin dördüncü ve son bölümünde
ise Sevgi Soysal radyoyla dinleyici arasındaki mekan ayrılığının nasıl
aşılacağına ilişkin yollar bulur ve bunları detaylandırır. Brecht’in daha önce
alıntı yapılan “İletişim Aracı Olarak Radyo” yazısında önerdiği gibi, dinleyiciyi
programa katmak için dolaylı ve dolaysız yollar -topluca dinleme, mektupla
programa katılma, telefonla programa katılma, soru-cevap, tartışma, açık oturum-
vardır. Radyo böylece tek sesli bir araçtan çok sesli bir araca dönüşebilir. Konuşmasında
radyonun yaygınlığının eğiticilik açısından sakıncalarına da değinen yazar,
dinleyicinin bilgi seviyesinin dikkate alınması gerektiğini vurgular:
“Yayınları eğitilmemiş çoğunluğun anlayabileceği düzeye getirmekte, ayrımın
azalması açısından fayda vardır. Radyo herkese yönelmeli, ama bilgili azınlığı
da geliştirmelidir.” (Soysal, 1969, ss. 22-23) Brecht de 1927 tarihli “Radyo
Yöneticilerine Öneriler” isimli yazısında şunları önermiştir: “Mikrofon önünde,
hiçbir canlılığı olmayan sunumlar yerine, gerçek röportajlar, kendisine soru
yöneltilen kişinin, gazetelerdeki röportajlarda olduğu gibi özenli yalanlar
uydurmaya zaman bulamadığı gerçek röportajlar yapabilirsiniz. Uzmanların
katıldığı tartışmalar çok önemli olabilir. Fakat bu tür programları, aile için
müzik veya dil dersleri gibi günlük programların gri tekdüzeliğinden
ayırabilmek için önceden duyurular yapmak gerekir. Radyo için yapılmış
programlara gelince, söylediğim gibi bunlar ancak ikinci sırada gelmeli, buna
karşılık çok daha yoğunlaştırılmış olmalıdır.” (Brecht, 2012, ss. 7-8)
III.
Dergilerde
çıkan bu konuşma dizisinin dışında, Sevgi Soysal’ın kitaplaşan Radyo Konuşmaları, TRT’den arkadaşı
Serpil Erdemgil’in ‘Yazı Masası’ isimli, çok samimi ve dokunaklı bir yazısıyla
başlar. Tedavi için İngiltere’de kaldığı dönemden, 1976 tarihli beş kısa BBC konuşması,
Soysal’ın kara mizah yüklü kişisel gözlemleriyle örülü halde gerçeği kavrar ve
dalgalar halinde insanlara yayar. “Hayat, inat tanımaz” der yazar, “Direnmeden,
inatlaşmadan paylaşılması gerekir.” (Soysal, 2005, s. 21) Çünkü hayat gerçeğin
ta kendisidir. Ölüm hakkında ise şöyle der: “Eğer ölüm varsa, daha güzel bir
hayatın, daha uygar insanların, daha insanca kuracakları bir hayatın gerçeği
için var. Yoksa ölüm, insanlar arasındaki kavgayı, bir insan ömrü içinde
aşamadıkları sevgisizliği, çirkinliği daha kötü bir dünyaya aktarmak isteyenler
için değildir.” (Soysal, 2005, s. 29)
Daha
önce değinilen ve “Bu yazı Hitler Almanyası’nda dağıtılmak üzere yazıldı”
notuyla başlayan “Gerçeğin Yazılmasında Beş Zorluk” yazısında Bertolt Brecht,
önce gerçeği yazacak cesarete, yüreğe sahip olmak gerektiğini söylemiştir. Bu
yazı, Sevgi Soysal’ın Orta Doğu Teknik Üniversitesi’de Alman yazar hakkında
verdiği konferansın temel eksenini de oluşturur.
-“Sevgi,
kavuniçiye bakan saçları ve koskocaman çantasıyla çıkageldi. Usulca kürsüye
ilişti. Çantas ının içindeki bir yığın kitabı masanın üstüne dizdi.” (Türker,
2004, s. 9)
-“Hakkında bir konferans? Buna kalkışmayacağım. Brecht’ten bir şeyler göstermek -ancak bu mümkün. 20 cilt kitabı bunun için dizdim.” (Soysal, Konferans Notları)
-“Hakkında bir konferans? Buna kalkışmayacağım. Brecht’ten bir şeyler göstermek -ancak bu mümkün. 20 cilt kitabı bunun için dizdim.” (Soysal, Konferans Notları)
-“Kimseyi ezmeyen bir tevazuyla,
Brecht’i anlatmaya kalkışmanın yüklenemeyeceği bir iddia olduğunu, ancak onunla
tanışamaya birlikte başlayabileceğimizi söyleyerek giriş yaptı.” (Türker, 2004,
s. 9)
-“Brecht yazmayı ciddiye alır.
Yazdıklarıyla yetinmez, onları yeniden ve yeniden inceler, eleştirir, açıklar.
Çünkü zor bir iştir gerçeği yazmak. (…) Eğer, yaşayan, kavgasını yaşatabilen,
gerçeği yansıtan ve gerçeği tümüyle kavrayan gerçek bir halk edebiyatı
istiyorsak, en azından gerçeğin hızına ayak uydurabilmeliyiz.” (Soysal,
Konferans Notları)
-“Daha sonra yıllarca okuyarak Brecht
hakkında edindiğim bütün bilgiyi, o gün ondan dinlediklerim üzerine inşa
ettim.” (Türker, 2004, s. 9)
IV.
Kanadalı
rock grubu Rush (1980), ‘The Spirit of Radio’ şarkısında şöyle der: “Modern
müzik yapan bu mekanizma / çok samimi görünebilir hala / soğuk ve mesafeli
olmayabilir / ve bu gerçekten sadece / senin dürüstlüğüne bağlı / sadece senin
dürüstlüğüne..” Brecht hiç susmaması
için söz ister radyodan. Nazım Hikmet’in de illetidir o: radyomani, der ve
radyosuz yapamaz. Ve görünen o ki, Sevgi Soysal da bir radyo aşığıydı. Daha da
ötesi, hayatın aşığıydı o. Hayatın ruhunu yakalamış ve bunu koruyabilmiş bir
insandı. Yaşayabildiğince yaşadı, yazabildiğince yazdı. Gerçeği kavrayabildiği
için söyleyecek sözleri vardı ve üstelik, bunları hiç çekinmeden söyleyebildi. “Söyleyecek
bir şeyleri olan fakat dinleyici bulamayan bir adamın durumu kötüdür. Fakat
daha da kötüsü, kendisine bir şeyler söyleyecek birini bulamayan dinleyicilerin
durumudur.” (Brecht, 2012, s. 5)
Kaynakça:
Brecht, Bertolt. (2005). Ausgewählte Werke, Sechster Band: Schriften. Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag.
Brecht, Bertolt. (2012). Radyo Kuramı ve Sinema Üzerine. (Süheyla Kaya, Çev.) İstanbul: Agora Kitaplığı.
Rush. (1980). ‘The Spirit of Radio’. Permanent Waves-Album. Canada: Core
Music Publishers.
Soysal, Sevgi. (1969) ‘Eğitici Radyo Üstüne
Konuşmalar I-IV.’ Dost Dergisi 55-58.
Ankara.
Soysal, Sevgi. (2004). Bakmak. İstanbul: İletişim Yayınları.
Soysal, Sevgi. (2005). Radyo Konuşmaları-Hoş Geldin Ölüm. İstanbul: İletişim Yayınları.
Soysal, Sevgi. Konferans
Notları. İstanbul: Funda Soysal Arşivi.
Bu yazının yer aldığı kitap:
No comments:
Post a Comment