Sunday, January 21, 2024

Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır
Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri.
Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi.
Konuşmalar yapılır çeşitli dillerde,
toplantılar yapılır ve gösteriler,
Şanghay'dan Şikago'ya dek, Lenin’in onuruna.
Ama küçük bir kasabasında Güney Türkistan'ın,
Kuyan-Bulak'ta halı dokumacıları
bakın nasıl onurlandırdılar onu:
 
Yirmi halı dokumacısı her akşam sıtmadan
titreyerek kalkardı ilkel tezgâhının başından.
Hepsi ateş içinde: Tren istasyonu,
yoğun sivrisinek vızıltısıyla dolu
eski deve mezarlığının arkasındaki bataklıktan ağan.
 
Ama her iki haftada bir
su ve duman getiren tren
bir gün bir haber de getirir:
Yaklaşmıştır Yoldaş Lenin'i onurlandırma günü.
Ve Kuyan-Bulak halkı, yoksul insanlar, halı dokumacıları
karar verirler kendi kasabalarına da
Yoldaş Lenin'in
alçıdan bir büstünü koymaya.
 
Büst için para toplanmaya başlandığında
Ateşten sarsak halde kalkarlar ayağa
ve titreyen ellerle verirler zarzor kazanılan kapikleri.
Paraları dikkatle sayan
ve etrafına dikkatle bakan
Kızılordu'dan Stepa Gamalev
görür ki hepsi Lenin'i onurlandırmaya çoktan hazır.
Sevinir, ama titreyen eller de kaçmaz gözünden
ve öneride bulunur birden:
Gazyağı alınsın büst için toplanan parayla
ve dökülsün deve mezarlığının arkasındaki,
sivrisineklerin sıtma mikrobunu ürettiği bataklığa.
 
Ve böylece Kuyan-Bulak'taki sıtmayla savaşarak,
yani böylece ölüleri anmış olarak,
hiç bir zaman unutulmamış olacaktı
Yoldaş Lenin.
 
Karar verdiler böyle yapmaya. Ve o gün
Yamulmuş, gazyağı dolu kovalarını götürüp
birbiri ardına
boşalttılar bataklığa.
Böylece Lenin'i onurlandırarak kendilerine kazanç sağladılar
ve kendilerine kazanç sağlayarak onurlandırdılar onu
ve böylece de gösterdiler onu iyi anlamış olduklarını.


-Bertolt Brecht, 1929
(Türkçesi: Hilmi Tezgör)

Monday, January 1, 2024

Yeni Yıl

Selamlıyorum
Yeni yılı
Büyük bir gümbürtüyle
Geliyor o yuvarlanarak
Ve yuvarlıyor bizi
Mutluluk ya da mutsuzluğa
Yüreğini ağzına getiriyor
Şairlerin
Onlar da söylüyor
Söylenecek ne varsa

-Rose Ausländer, 1978
(Türkçesi: H.T.)

Saturday, November 18, 2023

İstasyon*

İncirliova’ya kaç defa gittiğimi tam olarak hatırlamıyorum. 70’li yılların sonlarında, üç ya da dört defa olmalı... Bir de bunlardan 35 yıl sonra bir kez daha gittim. Bu son gidişimde de, aynı eskiden olduğu gibi tren istasyonunda zaman geçirdim. Rayların üzerinde ve terk edilmiş depolarda dolaştım, çürümeye bırakılmış vagonların etrafında yürüdüm; birkaç da fotoğraf çektim. İstasyondan geçen tren sayısı pek değişmemişti. Bina restorasyon geçirmiş ama eski havasını çok da kaybetmemişti. Oysa otoyolun ikiye böldüğü kasaba için aynı şeyi söyleyebilmek zordu.

Çok küçük yaşlarımdan beri trene biniyorum. Biniyorum çünkü yaşadığımız büyükşehirde akrabalarımız bizden uzakta otururdu ve biz bayramlarda ailece onları ziyarete giderdik. En ekonomik ve rahat ulaşım yolu olduğu için de trene binerdik. Koku ve ses, bu ikisi, istasyonda ya da trendeyken beni en fazla etkileyen şeylerdi. Yakıtın ahşap traverslerde ve demirde bıraktığı koku ile trenin giderken çıkardığı yarı-ritmik ses..

Başka bir eve taşınmamız da bizi trenden uzaklaştırmadı. Yaz tatillerinde de ailece tren yolculukları yaptık. 70’lerin Türkiye’sinde, Batı Anadolu’da tren yolculuğu nasıldır bilirim ben. En düşsel ama en zevkli anılarım ise gecenin ortasında -mesela Dinar’da- tren durduğunda satıcılardan -bazen- alıp yediğimiz minik şiş kebaplardı. Ayran da olurdu yanında ve bu ikili bana çok lezzetli gelirdi. Bugün de yolculuk etmem gerektiğinde tercihimi trenden yana kullanırım.

Babamın askerden yakın arkadaşının daveti üzerine, bir yaz tatilinde gitmiştik İncirliova’ya. Yedi yaşındaymışım, ilk gidişimizde. Sonra üst üste, birkaç yaz boyunca gitmeye devam ettik. Ayşe Teyze ve Mestan Amca’nın evi tren istasyonuna yakındı. Akşama doğru kasabalılar kapılarının önüne çıkar, çay içer, mısır, çekirdek yer, sohbet ederlerdi. Bu böyle gece geç saatlere kadar sürer gider, kimin ne zaman içeri girip akşam yemeğini yediği (ve tekrar kapı önüne çıktığı) pek belli olmazdı. Akşamları güzeldi; hava serinlemeye başlarken insan sıcaklığı hâkim olurdu havaya. Ama özellikle öğle sonraları sıkıcıydı ve benim için tek heyecan verici şey, İncirliova tren istasyonundan geçen trenlerdi. Günde, hatırladığım kadarıyla 7-8 tren geçerdi istasyondan.

O sıkıcı öğle sonralarının birinde istasyona gittim. Küçük binanın içinde bir çay ocağı vardı, ama ben dışarıda duran ahşap masalarından birine oturdum. Daha doğrusu oturma cesaretini gösterdim, çünkü yabancı bir yerdeydim, küçüktüm ve çekingendim. Gazoz istedim. Maalesef hangi marka gazoz satılırdı orada tam hatırlayamıyorum, ama Kocataş ya da Topçam gibi bir ismi vardı. Gazozu içerken bir tren geldi. İnenler binenler oldu, sesler duyuldu, bir canlılık oldu. İstasyon kapısının yanında asılı tabelada hangi saatte hangi trenin duracağı yazılıydı, bunu daha önceden görmüştüm. Gidip o tabelaya baktım: tren tam zamanında gelmişti. Her nedense hoşuma gitti bu. Bir sonraki tren de zamanında mı gelecek acaba, diye geçti aklımdan, ama gördüm ki o trene daha iki saatten fazla zaman vardı. Gazozumu içip eve döndüm.

Nasıl vakit geçirdim bilmiyorum ama keyifle ve heyecan içinde, bir sonraki trene 10 dakika kala istasyondaydım yine. İleri geri yürüdüm, oyalandım. Oyalanırken gözüm hep Aydın yönündeydi. Ve evet, az sonra uzaktan bir düdük sesi geldi ve beklenen tren yine tam zamanında istasyonda durdu. Günü yedi-sekiz parçaya bölen ve her seferinde kasabaya bir hareketlilik getiren bu rutin, benim eğlenceme dönüştü zamanla. Genelde istasyona 10-15 dakika erkenden geliyordum. Kullanılmayan raylara indiğim, onları dikine keserek dolaştığım da oluyordu. Bir de kirlenmemiş, katlanmamış açık yeşil renkli biletleri topluyordum. Bunları yerden alırken kimseye görünmediğimi düşünüyordum. Tren geldikten sonra da, sanki bir görevim varmış da onu tamamlamış gibi, iyi bir hisle eve ya da sokağımıza dönüyordum. Sabah 11 gibi gelen bir yolcu treni mesela, en sevdiğimdi, çünkü hem insan getirirdi, hem de ailece edilen kahvaltı sonrası evden çıkmak için bahaneydi. İstasyonda gazoz içeceğimi, yani doğruyu söylüyordum babama. Zaten kasabanın atmosferi güven veriyordu hem bana hem de bizimkilere. Kaybolsam bile birisine Mestan Amcalarda kalıyoruz derim ve nasılsa yolu gösterirler, diye düşünüyordum.

35 yıl sonra İncirliova’ya giderken ateşim yüksekti. Önce Germencik’te durdum. İstasyon kötü bir restorasyon geçirmişti, üzüldüm. Biraz sokaklarda dolaştım. Satılığa çıkarılmış, bahçe içinde bir köy evini, daha doğrusu bir harabeyi gezdim. Harabeydi evet, ama güzeldi. O evi alıp orada yaşamayı hayal ettim. Sonra İncirliova’ya devam ettim. İstasyona adım atarken içim ürperdi. Dediğim gibi, büyük bir değişiklik yoktu istasyonda, ama o gazoz içen çocuğun duygusu da orada yoktu ve geri çağrılabilecek gibi de değildi. Sokaklara daldım, etrafa bakınarak dolaştım, hâlâ geniş ve gürültüsüzdüler. Bir zamanlar kaldığımız evi bulmam zor olmadı. Önünde çocuklar toplanmış oynuyordu ve birinin bile suratı asık değildi. Onlarla oturdum, sohbet ettik; hatta biraz da top oynadım. Ateşim düşmeye başlamıştı.

Geçen 35 yıl, orada çocukken geçirdiğim yazları asla unutturmadı bana. Orada, yabancısı olduğum için nedense biraz mahcubiyet duyduğum, bu mahcubiyetin can sıkıntısına karıştığı, ama bir yandan da içimi hep sıcak tutan bir şeyler vardı. Tabii bunları şimdi geriye dönüp bakarak söylüyorum. Zamanın bölünmesine ilk orada ihtiyaç duymuştum. Sıkıntı bölününce tahammül edilebilir bir şeye dönüşüyordu. Zamanın geçmesini istiyor muydum peki, işte bunu bilmiyorum, hatırlamıyorum.


Hilmi Tezgör

*Bu hikâye Kasım 2020'de Virüs dergisinde yayımlanmıştır.

Tuesday, November 7, 2023

Kuklalar

Alman kuklaları Yahudileri yaktı
Yahudi kuklalar seçim yapmadı
Kukla akbabalar ölüleri yer
Kukla cesetlerden beslenir
 
Kukla rüzgarlar ve kukla dalgalar
Kukla denizciler mezarlarında
Kukla çiçek, kukla sap
Kukla zaman onları parçalara ayırır
 
Kukla ben ve kukla sen
Kukla Alman
Kukla Yahudi
Kukla başkanlar komuta eder
Ülkeyi yakmak için kukla birlikler
 
Kukla ateş, kukla alevler
Tüm kukla isimlerden beslenir
Kukla severler mutluluk içinde
Tüm bunlara yüzünü çevirir
 
Kukla okuyucu başını sallar
Kukla karısını yatağa götürür
Kukla ben ve kukla sen
Kukla Alman, kukla Yahudi
 
Kukla başkanlar komuta eder
Ülkeyi yakmak için kukla birlikler
Kukla ateş, kukla alevler
Tüm kukla isimlerden beslenir
Kukla gecenin oyunu başlıyor
Kukla günün son perdesi
 
Leonard COHEN
(Türkçesi: H.T.)

 

Monday, October 9, 2023

Fotoğraftaki Masal

Hollandalı ressam ve baskı ustası Rembrandt van Rijn’ın geçen yıl 400. doğum yılı kutlandı. Etkinliklerden ve sergilerden Türkiye de payını aldı ve dünya gözüyle Rembrandt’ın bazı eserlerini görebilme fırsatına sahip olduk. Ressamın en tanınan tablolarından olmasa da, 1632 tarihli “Profesör Tulp’un Anatomi Dersi”, bundan tam 40 yıl önce çekilmiş olan bir fotoğrafla yan yana geldiğinde ilginç bir benzerlik oluşturarak insanı şaşırtabiliyor.

Yazar ve sanat eleştirmeni John Berger, 40 yıl önce vurularak öldürülen devrimci Ernesto ‘Che’ Guevara’nın ölümünün ardından yazdığı yazıda, Rembrandt’ın söz konusu resmi ve Che’nin Vallegrande köyündeki ölümünün ardından ‘sergilenirken’ çekilmiş olan fotoğrafı arasındaki ilginç benzerliğe dikkat çekerken, bir yandan da aslında bunun şaşılacak bir şey olmadığının altını çiziyor. Çünkü her ikisi de bir ölüyü temsil ediyor ve nesnel olarak inceleme yapılırken çekilmiş ya da resmedilmiş. Berger, önemli olanın, fotoğrafın temsil ettiğinden çok, dünyanın durumuna katlanamayarak kendi yolunu çizen Che Guevara’nın tasarlanarak seçilmiş ölümü olduğunu söylüyor. “Tasarlanan ölümü, ona, dünyayı değiştirmenin zorunluluğunu gösterdi. Tasarlanan ölümünün verdiği hak sayesinde, bir insan için zorunlu onurla yaşamayı başarabildi,” diyor İngiliz yazar. “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, eğer savaş sloganlarımızı başka bir kulak duyacak, silâhlarımızı kullanmak için bir başka el uzanacaksa ve başkaları, makineli tüfeğin kesik güçlü ezgisiyle, yeni savaş ve zafer sloganlarıyla ağıtlar yakmaya hazırsa, hoş geldi,” diyen de Guevara değil miydi zaten? O ne yaptığının fazlasıyla farkında olan bir insandı.

9 Ekim 1967 tarihinde devrimci lider Ernesto Che Guevara, CIA ajanı Felix Rodriguez’in sağladığı istihbaratı kullanan Bolivya ordusu tarafından ormanlık bölgede yakalanıp, çatışmada öldüğü sanılsın diye defalarca bacaklarından vurularak öldürüldü. Sonrasında yapılanlar da bir giz değil artık. Guevara’nın 5 Mart 1960’ta Alberto (Diaz Gutierrez) Korda tarafından çekilen fotoğrafı, 47 yıldır dünyanın en tanınmış fotoğrafları arasında yer alıyor. 200’den fazla objenin üstünde bu fotoğrafın baskısına rastlanabiliyor: Tişört, çanta, rozet, sigara kutusu, şapka, pul, poster, şarap şişesi, matruşka bebekler, aklıma ilk gelenler. Korda, 136 Kübalının öldürüldüğü bir saldırının ardından düzenlenen ve Che’nin de katıldığı cenaze töreninde çekmiş bu ünlü fotoğrafını. Che’nin yüzündeki “öfkeli ve üzüntülü” ifadeden çok etkilendiğini söylüyor. Esas çerçevede bir adamla palmiye yapraklarının arasında duran ‘Commandante,’ daha sonra fotoğrafçı Korda tarafından izole edilmiş ve bu ‘ikonik’ imge doğmuş.

John Berger gibi fotoğraf sanatıyla ilgilenmiş, bu konuda (da) derinleşerek düşünce üretmiş yazarlardan biri olan Susan Sontag, ölümünden sonra “Che’nin ilham verici güzel bir masala dönüşmesine izin vermememiz gerektiğini” söylemişti. “Onun eşsizliğini vurgulamak, onu çağdaş dünyanın tartışmalı bir siması olarak görmek çok daha iyidir.” Ancak, zaman içinde Sontag’ın söyledikleri gerçekleşemedi ve Che bir tür masala dönüştü. Yine de, onun hakkında bilinen doğruların pek azı bile bugün birçok genç insan için esin kaynağı olmaya ve devrimci olarak bilinçlenmeye yol açabiliyor.
Cesareti ve idealistliğiyle Che, yoz devrimci geleneğin tam karşısında duruyordu. Daha doğrusu durmuyor, sürekli hareket ediyordu. Çünkü biliyor ve söylüyordu: “Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır.”

Ona ithafen yazılan sayısız şiirden birinde, İngiliz Christopher Logue şöyle diyordu: “Aralık. Geç kalmış kuşlar kanat çırpıyorlar. / Bir otomobilin karla kaplı ön camına şunları yazıyorum: / CHE YAŞIYOR!”


*Bu yazı 7 Ekim 2007 tarihli Radikal 2'de yayımlanmıştır.
 

 


Sunday, September 24, 2023

55'lik Türkçe Edebiyat Seçkisi (Tiyatro/Öykü/Roman)

Abdülhak Şinasi Hisar / Fahim Bey ve Biz
Adalet Ağaoğlu / Ölmeye Yatmak
Ahmet Hamdi Tanpınar / Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Ahmet Haşim / Frankfurt Seyahatnamesi
Ahmet Mithat / Müşahedat
Aras Ören / Berlin Üçlemesi
Ayhan Geçgin / Son Adım
Aziz Nesin / Zübük
Barış Bıçakçı / Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Bekir Yıldız / Öyküleri
Bilge Karasu / Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
Elif Şafak / Mahrem
'Emine' Sevgi Özdamar / Hayat Bir Kervansaray
Fakir Baykurt / Kaplumbağalar
Füruzan / Öyküleri
Haldun Taner / Keşanlı Ali Destanı
Halide Edip / Yeni Turan
Halit Ziya / Mai ve Siyah
Hüseyin Rahmi Gürpınar / Gulyabani
İhsan Oktay Anar / Puslu Kıtalar Atlası
Kemal Bilbaşar / Denizin Çağırışı
Kemal Tahir / Esir Şehrin İnsanları
Latife Tekin / Berci Kristin Çöp Masalları
Leyla Erbil / Cüce
Mahmut Makal / Bizim Köy
Memduh Şevket Esendal / Öyküleri
Metin Kaçan / Ağır Roman
Mithat Cemal Kuntay / Üç İstanbul
Murat Uyurkulak / Tol
Murathan Mungan / Kırk Oda
Nahit Sırrı Örik / Kıskanmak
Oğuz Atay / Tehlikeli Oyunlar
Oktay Rifat / Bir Kadının Penceresinden
Orhan Kemal / Öyküleri
Orhan Pamuk / Sessiz Ev
Ömer Seyfettin / Öyküleri
Onat Kutlar / İshak
Peyami Safa / Matmazel Noraliya’nın Koltuğu
Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası
Refik Halid Karay / Öyküleri
Reşat Enis / Afrodit Buhurdanında Bir Kadın
Reşat Nuri Güntekin / Ateş Gecesi
Sabahattin Ali / Öyküleri
Sait Faik Abasıyanık / Öyküleri
Sevgi Soysal / Yenişehir’de Bir Öğle Vakti
Sevim Burak / Yanık Saraylar
Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat
Tezer Özlü / Çocukluğun Soğuk Geceleri
Tomris Uyar / Öyküleri
Vasıf Öngören / Asiye Nasıl Kurtulur?
Vedat Türkali / Fatmagül’ün Suçu Ne?
Vüs’at O. Bener / Buzul Çağının Virüsü
Yakup Kadri / Yaban
Yaşar Kemal / İnce Memed
Yusuf Atılgan / Anayurt Oteli

Thursday, August 24, 2023

55'lik Dünya Edebiyatı Seçkisi (Tiyatro/Hikaye/Roman)

Agatha Christie / On Küçük Zenci
Albert Camus / Yabancı
Andrey Platonov / Can
Antoine Saint-Exupery / Küçük Prens
Anton Çehov / Öyküleri
Bertolt Brecht / Cesaret Ana
Dino Buzzati / Öyküleri
Edgar Allan Poe / Öyküleri
Ernest Hemingway / Öyküleri
François Rabelais / Gargantua
Franz Kafka / Dönüşüm
Fyodor Dostoyevski / Yeraltından Notlar
Gabriel Garcia-Marquez / Yüzyıllık Yalnızlık
Georg Büchner / Woyzeck
George Orwell / 1984
Heinrich v. Kleist / Michael Kohlhaas
Henri Stendhal / Kızıl ile Kara
Henrik Ibsen / Hayaletler
Henry James / Ormandaki Canavar
Hermann Broch / Bilinmeyen Değer
Hermann Hesse / Demian
Italo Calvino / Zor Sevdalar
Italo Svevo / Zeno
Ivan Turgenyev / Babalar ve Oğullar
Jack Kerouac / Yolda
James Joyce / Dublinliler
Jaroslav Haşek / Aslan Asker Şvayk
Johann W. Goethe / Faust
John Steinbeck / Öyküleri
Juan Ramon Jimenez / Platero ve Ben
Jules Verne / İki Yıl Okul Tatili
Kate Chopin / Uyanış
Lev Tolstoy / İvan İlyiç’in Ölümü
Marguerite Yourcenar / Doğu Öyküleri
Mehmet Uzun / Kader Kuyusu
Michael Ende / Momo
Miguel Cervantes / Don Kişot
Nikolay Gogol / Palto
Nikos Kazancakis / Zorba
Paul Auster / Ay Palas
Raymond Carver / Öyküleri
Robert Musil / Genç Törless
Sadık Hidayet / Kör Baykuş
Sophokles / Kral Ödipus
Stefan Zweig / Amok Koşucusu
Stephen King / Ölü Bölge
Thomas Mann / Venedik’te Ölüm
Ursula Le Guin / Yerdeniz
W. G. Sebald / Austerlitz
William Faulkner / Döşeğimde Ölürken
William Saroyan / Öyküleri
William Shakespeare / Hamlet
Wolfgang Borchert / Öyküleri
Zabel Yeseyan / Sürgün Ruhum
Zaven Biberyan / Meteliksiz Aşıklar


Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri. Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi. Konuşmalar yapılır ...