Saturday, November 18, 2023

İstasyon*

İncirliova’ya kaç defa gittiğimi tam olarak hatırlamıyorum. 70’li yılların sonlarında, üç ya da dört defa olmalı... Bir de bunlardan 35 yıl sonra bir kez daha gittim. Bu son gidişimde de, aynı eskiden olduğu gibi tren istasyonunda zaman geçirdim. Rayların üzerinde ve terk edilmiş depolarda dolaştım, çürümeye bırakılmış vagonların etrafında yürüdüm; birkaç da fotoğraf çektim. İstasyondan geçen tren sayısı pek değişmemişti. Bina restorasyon geçirmiş ama eski havasını çok da kaybetmemişti. Oysa otoyolun ikiye böldüğü kasaba için aynı şeyi söyleyebilmek zordu.

Çok küçük yaşlarımdan beri trene biniyorum. Biniyorum çünkü yaşadığımız büyükşehirde akrabalarımız bizden uzakta otururdu ve biz bayramlarda ailece onları ziyarete giderdik. En ekonomik ve rahat ulaşım yolu olduğu için de trene binerdik. Koku ve ses, bu ikisi, istasyonda ya da trendeyken beni en fazla etkileyen şeylerdi. Yakıtın ahşap traverslerde ve demirde bıraktığı koku ile trenin giderken çıkardığı yarı-ritmik ses..

Başka bir eve taşınmamız da bizi trenden uzaklaştırmadı. Yaz tatillerinde de ailece tren yolculukları yaptık. 70’lerin Türkiye’sinde, Batı Anadolu’da tren yolculuğu nasıldır bilirim ben. En düşsel ama en zevkli anılarım ise gecenin ortasında -mesela Dinar’da- tren durduğunda satıcılardan -bazen- alıp yediğimiz minik şiş kebaplardı. Ayran da olurdu yanında ve bu ikili bana çok lezzetli gelirdi. Bugün de yolculuk etmem gerektiğinde tercihimi trenden yana kullanırım.

Babamın askerden yakın arkadaşının daveti üzerine, bir yaz tatilinde gitmiştik İncirliova’ya. Yedi yaşındaymışım, ilk gidişimizde. Sonra üst üste, birkaç yaz boyunca gitmeye devam ettik. Ayşe Teyze ve Mestan Amca’nın evi tren istasyonuna yakındı. Akşama doğru kasabalılar kapılarının önüne çıkar, çay içer, mısır, çekirdek yer, sohbet ederlerdi. Bu böyle gece geç saatlere kadar sürer gider, kimin ne zaman içeri girip akşam yemeğini yediği (ve tekrar kapı önüne çıktığı) pek belli olmazdı. Akşamları güzeldi; hava serinlemeye başlarken insan sıcaklığı hâkim olurdu havaya. Ama özellikle öğle sonraları sıkıcıydı ve benim için tek heyecan verici şey, İncirliova tren istasyonundan geçen trenlerdi. Günde, hatırladığım kadarıyla 7-8 tren geçerdi istasyondan.

O sıkıcı öğle sonralarının birinde istasyona gittim. Küçük binanın içinde bir çay ocağı vardı, ama ben dışarıda duran ahşap masalarından birine oturdum. Daha doğrusu oturma cesaretini gösterdim, çünkü yabancı bir yerdeydim, küçüktüm ve çekingendim. Gazoz istedim. Maalesef hangi marka gazoz satılırdı orada tam hatırlayamıyorum, ama Kocataş ya da Topçam gibi bir ismi vardı. Gazozu içerken bir tren geldi. İnenler binenler oldu, sesler duyuldu, bir canlılık oldu. İstasyon kapısının yanında asılı tabelada hangi saatte hangi trenin duracağı yazılıydı, bunu daha önceden görmüştüm. Gidip o tabelaya baktım: tren tam zamanında gelmişti. Her nedense hoşuma gitti bu. Bir sonraki tren de zamanında mı gelecek acaba, diye geçti aklımdan, ama gördüm ki o trene daha iki saatten fazla zaman vardı. Gazozumu içip eve döndüm.

Nasıl vakit geçirdim bilmiyorum ama keyifle ve heyecan içinde, bir sonraki trene 10 dakika kala istasyondaydım yine. İleri geri yürüdüm, oyalandım. Oyalanırken gözüm hep Aydın yönündeydi. Ve evet, az sonra uzaktan bir düdük sesi geldi ve beklenen tren yine tam zamanında istasyonda durdu. Günü yedi-sekiz parçaya bölen ve her seferinde kasabaya bir hareketlilik getiren bu rutin, benim eğlenceme dönüştü zamanla. Genelde istasyona 10-15 dakika erkenden geliyordum. Kullanılmayan raylara indiğim, onları dikine keserek dolaştığım da oluyordu. Bir de kirlenmemiş, katlanmamış açık yeşil renkli biletleri topluyordum. Bunları yerden alırken kimseye görünmediğimi düşünüyordum. Tren geldikten sonra da, sanki bir görevim varmış da onu tamamlamış gibi, iyi bir hisle eve ya da sokağımıza dönüyordum. Sabah 11 gibi gelen bir yolcu treni mesela, en sevdiğimdi, çünkü hem insan getirirdi, hem de ailece edilen kahvaltı sonrası evden çıkmak için bahaneydi. İstasyonda gazoz içeceğimi, yani doğruyu söylüyordum babama. Zaten kasabanın atmosferi güven veriyordu hem bana hem de bizimkilere. Kaybolsam bile birisine Mestan Amcalarda kalıyoruz derim ve nasılsa yolu gösterirler, diye düşünüyordum.

35 yıl sonra İncirliova’ya giderken ateşim yüksekti. Önce Germencik’te durdum. İstasyon kötü bir restorasyon geçirmişti, üzüldüm. Biraz sokaklarda dolaştım. Satılığa çıkarılmış, bahçe içinde bir köy evini, daha doğrusu bir harabeyi gezdim. Harabeydi evet, ama güzeldi. O evi alıp orada yaşamayı hayal ettim. Sonra İncirliova’ya devam ettim. İstasyona adım atarken içim ürperdi. Dediğim gibi, büyük bir değişiklik yoktu istasyonda, ama o gazoz içen çocuğun duygusu da orada yoktu ve geri çağrılabilecek gibi de değildi. Sokaklara daldım, etrafa bakınarak dolaştım, hâlâ geniş ve gürültüsüzdüler. Bir zamanlar kaldığımız evi bulmam zor olmadı. Önünde çocuklar toplanmış oynuyordu ve birinin bile suratı asık değildi. Onlarla oturdum, sohbet ettik; hatta biraz da top oynadım. Ateşim düşmeye başlamıştı.

Geçen 35 yıl, orada çocukken geçirdiğim yazları asla unutturmadı bana. Orada, yabancısı olduğum için nedense biraz mahcubiyet duyduğum, bu mahcubiyetin can sıkıntısına karıştığı, ama bir yandan da içimi hep sıcak tutan bir şeyler vardı. Tabii bunları şimdi geriye dönüp bakarak söylüyorum. Zamanın bölünmesine ilk orada ihtiyaç duymuştum. Sıkıntı bölününce tahammül edilebilir bir şeye dönüşüyordu. Zamanın geçmesini istiyor muydum peki, işte bunu bilmiyorum, hatırlamıyorum.


Hilmi Tezgör

*Bu hikâye Kasım 2020'de Virüs dergisinde yayımlanmıştır.

Tuesday, November 7, 2023

Kuklalar

Alman kuklaları Yahudileri yaktı
Yahudi kuklalar seçim yapmadı
Kukla akbabalar ölüleri yer
Kukla cesetlerden beslenir
 
Kukla rüzgarlar ve kukla dalgalar
Kukla denizciler mezarlarında
Kukla çiçek, kukla sap
Kukla zaman onları parçalara ayırır
 
Kukla ben ve kukla sen
Kukla Alman
Kukla Yahudi
Kukla başkanlar komuta eder
Ülkeyi yakmak için kukla birlikler
 
Kukla ateş, kukla alevler
Tüm kukla isimlerden beslenir
Kukla severler mutluluk içinde
Tüm bunlara yüzünü çevirir
 
Kukla okuyucu başını sallar
Kukla karısını yatağa götürür
Kukla ben ve kukla sen
Kukla Alman, kukla Yahudi
 
Kukla başkanlar komuta eder
Ülkeyi yakmak için kukla birlikler
Kukla ateş, kukla alevler
Tüm kukla isimlerden beslenir
Kukla gecenin oyunu başlıyor
Kukla günün son perdesi
 
Leonard COHEN
(Türkçesi: H.T.)

 

Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri. Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi. Konuşmalar yapılır ...