Sebald insanı
peşinden sürükleyen bir yazar. Her anlamda... Onu okurken, o da sizi dünya
coğrafyasında, hafızasının eşliğinde dolaştırırken, mekanlar sizin dokunduğunuz
yerlere dönüşüyor. Oralarda olmasanız da, günün birinde olacağınızı hissediyor ve
zaten istiyorsunuz. Austerlitz
romanında okuru sürüklediği yerlerden bir tanesi de Naziler’in Prag
yakınlarındaki Terezin toplama kampıydı ve ben, romanı okuduğum yılın ertesinde,
hiç hesapta yokken kendimi bu kampın tozlu sokaklarında bulmuştum. Büyük acıların
sindiği odalara, duvarlara, dar koridorlara onun gözünden baktım biraz da.
Gösterilen bir filmde onun aradığı annesini aradım. Terezin şehrinin
ıssızlığında, zamanın yavaşlığına bıraktım kendimi. Sonra bir de baktım ki meğer
birçok insan düşmüş Sebald’ın peşine. Bunlardan sonuncusu, belki de Grant
Gee’nin Sebald belgeseli.
Satürn’ün Halkaları: İngiltere’de Bir Hac
Yolculuğu, ki bu kitap Sebald’ın Türkçedeki üçüncü kitabı, bir gezi yazısı.
Tabii bu, yapılabilecek en kaba tanım. ‘Anlatıcı ben’ olan Sebald on bölümde
İngiltere’nin güneydoğusunu gezerken, anlatının zemini yine başka anlatılara,
onlar da başka anlatılara kayıyor. Tabii hepsi bellekten çağrılıp geliyor ve
okuyucuyu bir zaman tüneline sokuyor. Bu tünelde Rembrandt’ın Amsterdam’da
sergilenen bir tablosu da var, Waterloo Savaşı da; av partileri de var Joseph
Conrad da. Ancak bu çağrılanlar -çoğu zaman ölü, bazen unutulmuşlar- fırça
darbeleriyle öylesine canlanıyorlar ki, onları tanımış ya da en azından görmüş
gibi oluyorsunuz. Yazarın neredeyse hiç yorum katmamasının, hatta ortaya
konulana biraz çekingen yaklaşmasının da bu etkiyi artırdığı söylenebilir
belki.
Dürer’ün ‘Melankoli
Meleği’ ise her Sebald metninde olduğu gibi burada da bayrağı taşıyor, ancak bu
melankolinin varlığı, yazarın ‘pathos’dan kaçınmasına engel değil. Fotoğrafların
da önemi büyük Sebald ve metinleri için. Çektiği ya da bulduğu fotoğrafları metinlerinin
içine serpiştiriyor. Ama hemen ‘duyguları harekete geçiren’ türden, ‘öğretici’
ya da ‘altyazılı’ fotoğraflar değil bunlar. Etrafını saran metinle anlam buluyor
ve ‘aura’yı genişleterek bazı şeyleri ima ediyorlar. Fotoğrafların yanı sıra kartlara,
biletlere, çizimlere, listelere, ajanda ve takvim yapraklarına da rastlanabiliyor
onun kitaplarında, ve tabii Satürn’ün
Halkaları’nda:
“Orford’un çatıları ve kuleleri, ağaçların
tepelerinin ardından bakıyorlardı, öyle yakın görünüyorlardı ki, elimi uzatsam
yakalayacaktım sanki. Bir zamanlar evim gibiydi orası, diye düşündüm ve sonra,
karşıdan yansıyan ışık giderek daha da göz kamaştırıcı bir hale gelince,
çevredeki renkler de giderek karardı sanki ve birdenbire, değirmenlerin çoktan
yok olmuş kanatları rüzgarda ağır ağır dönüyormuş gibi geldi bana.”
Sebald, benzersiz
bir yazardı.
No comments:
Post a Comment