Tuesday, June 22, 2010

Üç Günde Heavy Metal Tarihi

2005 tarihli Metal: A Headbanger’s Journey/ Bir Metalcinin Yolculuğu isimli belgeselde Scot McFadyen ve Jessica Wise ile beraber yapımcılığı, senaristliği ve yönetmenliği üstlenen Kanadalı antropolog Sam Dunn, popüler müziğin doğuşundan beri kesintisiz devam eden türlerden olan heavy metal’in “neden olumsuz anlamda kategorize edildiğine, ağır eleştirilere maruz kaldığına, gözardı edildiğine, hatta lanetlendiğine ve tabii neden bu kadar çok sevildiğine” cevap arıyordu.

Heavy metal, gerçekten de dünyanın en sevilen müzik türlerinden ve Türkiye’de de yıllardır çok büyük ve tutkulu bir dinleyici kitlesine sahip. Bundan 25 yıl önce Metallica’nın Ride the Lightning albümünü kasede çektirirken, bu grubu İstanbul’da bir gün seyredebileceğim hiç aklıma gelmemişti. Bundan eminim. 25 yıl sonra Metallica dördüncü kez, Slayer ve Megadeth ikinci kez, Anthrax, Accept, Rammstein ise (tabii eğer yanılmıyorsam) ilk kez Türkiye’ye geliyor. Üstelik bu grupların ilk dördü aynı gece, aynı sahneyi paylaşacaklar. “For the first time in history: The big four/ Tarihte ilk kez: Dört büyükler” demiş organizatörler. Iron Maiden gelebilseydi, The Big Five denecekti. Ya Judas Priest de gelseydi. Ya da Ozzy’li bir Black Sabbath mümkün olsaydı... Metal dünyasından kaç büyük var acaba? Bu her metalciye göre değişir elbette. Ama bu gelenler, kesinlikle büyük isimler.


Metallica, yıllardır sevenleri tatmin edebilecek bir albüm yapmıyor. Her defasında, özellikle de son albüm Death Magnetic ile “bu kez olacak” diye çıktılar ama yine olmadı. İlk (bence üç ama çoğunluk için) beş albümün güzelliği, büyüsü bir daha yaşanamadı. Öte yandan, grup bu albümlerle o kadar derin bir iz bıraktı ki, aynı Çin Seddi gibi, aydan bile görülebiliyor. İşte bu nedenle, Metallica eski ve her zaman sevilen parçalarından da bolca çalacak ve sevenlerini albümleriyle olmasa da konserleriyle tatmin etmeyi sürdürecek. Creeping Death’i beklemeyen var mı?


Slayer’ın metal dünyasında bıraktığı izler de derin. Araya-Hanneman-King-Lombardo dörtlüsünün bozulduğu dönemlerde Slayer vasatın altında albümler yaptı, ancak Lombardo’nun dönüşüyle büyüyü tazelediler ve neredeyse eskisi kadar güçlü bir biçimde yollarına devam ediyorlar. Son albümleri World Painted Blood beğenildi ve Slayer, bir anlamda bu albümün turnesinde İstanbul’da sahne alacak. Görünen o ki Metallica kadar uzun çalmayacaklar ama olsun, sorun değil. 1986 tarihli, 30 dakikadan kısa süren Reign in Blood albümüyle bütün zamanların en iyileri arasına girebilen onlardı nasılsa.


Yetmezmiş gibi

Megadeth mi Metallica’dan çıktı, Metallica mı Megadeth’den? Herkesin cevabı kendinde saklı ama Megadeth müziğiyle, Dave Mustaine gibi karizmatik bir figürün öncülüğünde kendini 80’lerin ortasında dünyaya kabul ettirmişti bile. Gerçi Megadeth de, Metallica gibi (bence) uzun süredir iyi albümler yapamıyor ama repertuarları onları ömür boyu dinletebilir sevenlerine. Megadeth’in Slayer’dan daha kısa çalacağını belirtelim. “Peace Sells But Who Is Buying/Barış Satılık Ama Alan Kim” demişlerdi bir zamanlar. Hâlâ değişen bir şey yok, ne yazık ki.


Anthrax, ancak benim gibi eski kuşak metalcilerin heyecanla andıkları bir topluluk olabilir. Bilmiyorum, bundan emin değilim ama Anthrax’i seyredebilecek olmanın önemli ve heyecan verici olduğunu söyleyebilirim. Tabii ki 1987 tarihli Among the Living albümünün turnesinde grubu görmek çok güzel olurdu ama bunun üzerinden 23 yıl geçmiş bile. Ayrıca, Dört Büyükler’in en politik grubunun Anthrax olduğunun da altını çizmek gerekiyor.


Son değişiklikler sonrası bir başka eski dost, Accept de eklendi Sonisphere’in listesine. İlginç oldu. “Old school” metalcileri, Accept ve özellikle 80 ortalarındaki albümlerden çalınacak parçalar delirtebilir. Örneğin Fast as a Shark ya da Balls to the Wall. Accept’ten sonra ise ikinci gün Manowar sahne alacak.


Rammstein, benden daha yeni bir kuşağın grubu. Alman olmalarından dolayı daha farklı bir duyguya sahipler. Daha sadeler, ama bir yandan da kafaları karıştırmayı ve gösterişi seviyorlar. Ama zaten heavy metal’den istenen biraz da bu değil mi? Ben Du riechst so gut’u beklerken Rammstein, festivalin ilk günü İstanbul’u sallayacak, belki de yakıp yıkacak. Önlem alınmalı.


İlk günün programında Alice In Chains var: Üzücü bir öykü. Yine de, Layne Staley’siz bile onları görmek güzel olacak. Üstelik yeni albümlerinin turnesindeler ve solistlerinin sesi Staley’ye çok benziyor.Ve Pentagram, bir tarih. Bu topraklardan bir metalci için, Pentagram’ı en az bir defa sahnede izlemiş olmak şart. Ve diğerleri: Stone Sour, Volbeat, Hayko Cepkin, Foma, Gren, Murder King, Blacktooth, Ete Kurttekin.


Fazla söze gerek yok aslında. Sam Dunn heavy metal belgeselini şöyle bitiriyor: “Metal gözümüzü yumduğumuz şeylere el atıyor, reddettiklerimizi baş tacı ediyor, en çok korktuğumuz şeylere balıklama dalıyor. Bu yüzden de metal her zaman dışlananların kültürü olacak.”

1 comment:

fatih said...

Hilmicim, konser biteli epey oluyor ama Alice in Chains abilerin nasıl koktuğumuz hakkındaki sözlerine hiç değinmemişsin.

Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri. Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi. Konuşmalar yapılır ...