Tuesday, December 30, 2008

Şapkanın Sıcaklığı

Bilindiği gibi 5 ve 6 Ağustos 2008 tarihlerinde Leonard Cohen ilk defa İstanbul’da olacak ve iki gece üst üste konser verecekti, ama olmadı. Her nedense olmadı. Bunun üzerine ben, Kaliforniya’daki Zen manastırından çıkmış olan ve uzun bir aradan sonra turne yapan ozanı, Avrupa’da bir yerlerde yakalayıp görebilmek için fırsat kollamaya başladım. Tarih itibariyle Almanya konserleri uygun görünüyordu. Frankfurt Kitap Fuarı ile kesişemese de, 29 Ekim’deki konseri gözüme kestirdim ve 1,5 ay öncesinden -ve görünüşe göre bir hayli arka sıralardan- biletimi aldım.
28 Ekim sabahı Frankfurt’a indiğimde, şehirde bir süredir iyi giden hava bozmuştu; soğuktu ve hafif yağmur vardı. Günü gezerek geçirirken konserin afişine sadece bir defa rastladım, o da kuytu bir duvarın dibinde… Biletler çoktan bitmiş olmalı, diye düşündüm. Ertesi günün akşamı daha da soğuk bir hava vardı. Frankfurt gökdelenlerinin, kulelerinin, özellikle de Commerzbank’ın tepesi daha da soğuk olmalıydı.
Kaldığım yerden, konserin olacağı Frankfurter Festhalle metroyla uzak değildi. Kitap Fuarı’nın da yapıldığı alan içinde bulunan kubbeli Festhalle, benim gördüğüm, oturularak seyre uygun en büyük kapalı salondu. Metrodan inip, sadece bir yürüyen merdivenle salonun girişine geldik. Berlin ve Frankfurt’ta dönüşümlü olarak yaşamak durumunda olan eski bir arkadaşımla beraber görecektim Leonard Cohen’i.
Bira olarak ‘fıçı’ Beck’s vardı fuayede; ayrıca yaş ortalaması 40-45 olan, sakin ama konuşkan bir kalabalık, hafif yiyecekler ve Cohen’in turne tişörtlerinin satıldığı çok büyük olmayan bir tezgah. Sigara içmek için ise üşütmeyi göze almak gerekiyordu.
Yerimiz çok arkalardaydı ama salon tamamen doluydu. Sadece beş dakika gecikmeyle Cohen ve grubu sahneye çıktığında, kendi adıma unutulmayacak bir anın bilincinde olarak, daha fazla şeyi ‘kaydedebilmek’ için beyhude zorluyordum belleğimi. Nelerin orada kalacağına ben karar veremeyecektim.
‘Dance Me to the End of Love’, ilk şarkıydı. O ses, canlı olarak tam karşımızdan -biraz uzaktan- duyulmaktaydı. Kalabalık grubu, şapkası, koyu renkli takımı, hafif kambur duruşu, alçakgönüllülüğü ve dev ekrandan görebildiğim kadarıyla ışıltılı yüzüyle Bay Leonard Cohen sahnedeydi. Ne olduğunu bile anlayamadan şarkı bitti ve hemen ‘The Future’ başladı. Ozan o kadar ağır konuşuyordu ki: “Batı’nın eski şifresi çözülecek ve özel hayatın aniden infilak edecek... Geleceği gördüm, kardeşim: Gelecek cinayet.” Sonrasında, “aşka bir çare olmadığını” da canlı olarak duyabilmek mümkün oldu. Ozanın ‘sahnesi’ne de tanık olmaya başlamıştık. Diz çöktü, eğildi, büküldü; saksofon soloda ise şapkasını çıkardı ve kalbinin üstüne koydu; müzisyeninin yanına gitti, onu solo bitene kadar dinledi ve içtenlikle selamladı sonrasında. Bu jest, konser boyunca her solo performans sonrasında tekrarlanacaktı.
Yunan adası Hydra’da yazdığı birçok şarkıdan biri olan ‘Bird on the Wire’ başladığında salondakiler kendi karanlıklarının sıcak kucağındaydılar artık. Oysa şiirde “Yalnızım her zaman / Yüreğim buz gibi” diyordu ozan. ‘Everybody Knows’, ‘In My Secret Life’ ve ‘Who By Fire’ ard arda geldiler. Sonuncunun girişindeki flamenko gitara arp ve buzuki de eklendi. ‘Secret Life’ı ise vokalist Sharon Robinson söyledi. Yedinci şarkının sonunda, “14 yıl önce buradaydım” dedi Cohen. “O zamanlar ancak 60’ındaydım. Çılgın bir düş gören çocuk gibi... Sonra çok Prozac aldım ve inanmaya çalıştım.” Seyirci uğuldadı, gözler belki biraz daha kısıldı. ‘Heart With No Companion’ ve ‘Hey, That’s No Way to Say Goodbye’ın ardından ‘Anthem’ ile tam üç saat on dakika sürecek gecenin ilk bölümü kapandı: “Her şeyde bir çatlak vardır, ki ışık da oradan girer içeri.”
Şanslıydık. Menajeri tarafından dolandırılması yüzünden, uzun bir aradan sonra Litvanya kökenli Kanadalı yaşlı Yahudi Leonard yine uzun bir turnedeydi. En sevilen şarkılarından ‘Tower of Song’ ile başladı gecenin ikinci yarısı. On dakikalık arada, yaş ortalamasının sandığımdan da yüksek olduğunu gördüm. Ara biterken ön sıralara gidip bekleştik ve ikinci sırada boşalan birkaç yer dolmayınca, Leonard Cohen’i çok yakından görme şansına da sahip olacağımız kesinleşti. ‘Suzanne’ başlayınca kalabalık yine uğuldadı ve sayısız “teşekkür” duyuldu. Artık Cohen’in ‘kalan her şeyi’ çalacağından herkes emindi. ‘Gypsy Wife’, ‘The Partisan’ ve ‘Boogie Street’ sıralandılar. Üç kadın; iki kızkardeş ‘melek’ ve Sharon Robinson vokalist olarak sahnenin sağındaydılar. İki defa takdim edildiler; özellikle Robinson’ı selamlarken Cohen’in ses tonunda minnet duygusu hissedilebiliyordu. Gitaristine de “Master of Arpeggio” diye seslendi. Bunlar, övgülerinden pek azıydı. ‘Hallelujah’ başladığında artık herkes ayaktaydı ve topluca söylenen şarkı, gecenin tamamının zaten bir ayin olduğu duygusunu yerleştirdi içimize. Sonrasında, “Bu benim A.B.D.’ye aşk mektubum”, dedi Cohen ve ‘Democracy’yi söyledi. ‘I’m Your Man’de yine eğilip büküldü. Diz çöktü ve zaten alnının çoğunu kapayan şapkasını iyice indirdi. Ama mutlu görünüyordu. Tüm sahiplenişiyle ve içtenliğiyle söylüyordu şarkılarını.
‘Take This Waltz’ da bittiğinde veda zamanı gelmiş gibiydi görünüşte; ama herkes tekrar sahneye döneceklerinden emindi. ‘First We Take Manhattan’ı duymayı çok istiyordum şahsen: Frankfurt am Mainhattan. ‘Famous Blue Raincoat’ ise çok zor diyordum içimden... Bis, dünyanın en güzel ayrılık şarkılarından ‘So Long Marianne’ ile başladı, ‘Manhattan’ ile devam etti ve ‘Raincoat’ ile bitti. “Sincerely, L. Cohen...” ve ortalık masmaviydi.
Nezaketle defalarca takdim ettiği, kalbine koyduğu şapkasıyla durup selamladığı muhteşem ekibiyle Cohen, toplamda dördüncü kez sahneye geldiğinde, çalınacak herhangi bir nota, duyulacak herhangi bir dize bile tatmin duygusunu doruğa çıkartacaktı. Ozan, ‘If It Be Your Will’i müziksiz olarak okudu, sonra da kadın melekler şarkıyı söylediler. Artık gece bitmiş olmalıydı ki ‘Closing Time’ başladı. Bu neşeli şarkıyla kapanış vakti gelmişti.
Hayır gelmemişti. Yoğun alkıştan sonra yine geri geldiler ve ‘I Tried to Leave You’ başladı. Herkes gülümsedi bunun üzerine; incelikten ve mutluluktan gülümsedi. Büyük ozan bizi bırakamıyordu ve sahne önü bile, Alman disiplinine rağmen dolmuştu.
Son şarkı ise ‘I Tried to Leave You’ değil, ‘Whither Thou Goest’di. Gidiyordu Cohen, belki bir daha asla görüşememek üzere. “I Hope You’re Satisfied” diye başladı son sözüne. “Orada gülümsememiz için çabalayan birisi” vardı ve elbette ki herkes fazlasıyla tatmin olmuş, her şeyi unutmuştu. “Yıllardır varlığınızla bana destek veriniz. Şarkılarımı dinlediniz, sevdiniz. Bu bir ozanın başına gelebilecek en iyi şey. Hava soğuk. Sakın üşütmeyin, annenizin sözünü dinleyin, Volkswagen kadar mutlu olun. Tanrı sizi korusun” diyerek ve yan yan zıplayarak sahneden çıktı Leonard Cohen. Bir yandan da şapkasını tutuyordu.
Hep birlikte Commerzbank gökdeleninden daha da yukarıdaydık ve içimiz sıcaktı.

2 comments:

manyetikbant said...

bu kadar içimi ısıtan bir konser yazısı okumamıştım uzun zamandır, şu okuduklarım üzerine orada olduğumu hayal ederek uyumak istiyorum. teşekkürler.

d said...

Çok imrendim! Amsterdam'dayken, yakınlarda bi şehirde konseri vardı ama sold out oldu, gidemedim, içimde kaldı. Ne çok şey kaçırmışım meğer...

Deniz Demirtaş

Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri. Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi. Konuşmalar yapılır ...