Friday, December 30, 2011

2011'de Müzik

Dinlediğim 2011 tarihli albümler arasında 'sırasız olarak' en sevdiklerim:

Yabancı:
Liturgy / Aesthetica
Alexander Tucker / Dorwytch
PJ Harvey / Let England Shake
Peste Noir / L'Ordure A L'Etat Pur
Avishai Cohen / Seven Seas
Low / C'mon
Lou Reed & Metallica / Lulu
Circle / Infektio
Wolves In The Throne Room / Celestial Lineage
Marissa Nadler / Marissa Nadler

Yerli:
Kesmeşeker / Doğdum Ben Memlekette

Sunday, December 25, 2011

Friday, April 29, 2011

Devrim İçin Yeniden Burada

“Evde kıçının üzerinde oturamayacaksın dostum / ekranın karşısına geçip ayaklarını uzatamayacaksın / uyuşuk uyuşuk oradan oraya zaplamayacaksın / reklamlar başlayınca bira almaya koşamayacaksın / çünkü devrim televizyondan yayınlanmayacak.”-‘The Revolution Will Not Be Televised’ / Gil Scott-Heron


‘Siyah Dylan’ ya da ‘Rap’in babası’ olarak da anılan Gil Scott-Heron 16 yıldır albüm yapmıyordu. Daha doğrusu yapamıyordu, çünkü uyuşturucudan kurtulması için gördüğü tedavi sürecinde yapmaması gereken şeylere kalkışıyor ve hapse girmek durumunda kalıyordu. Hayır, sanıldığı gibi ‘HIV pozitif’ değildi.
2007’de yeni bir albüm üzerinde çalıştığını duyurdu; bunun yanında yeni bir kitap da yazmaktaydı. Albüm bu yılın başlarında çıktı: I’m New Here. Gil Scott-Heron bir zamanlar tüm sıcaklığıyla parçası olduğu gerçekliğin bir bakıma yıllar boyunca dışında kalmış, albümünü tamamlama aşamasında etrafına sağlıklı bir gözle bakabildiğinde “burada yeni olduğu” hissiyatına kapılmıştı. Evet, 61 yaşında yeni bir hayata başlıyordu Scott-Heron. Londra/Brixton konserinde geçmişten olduğu kadar gelecekten de bahsetti; bilgeliğini ümitleriyle harmanladı.
1949 Chicago doğumlu Gil Scott-Heron 1970’te hem ilk romanını (The Vulture) hem de ilk albümünü (Small Talk at 125th and Lenox) çıkarmıştı. Albümde homofobiden siyah devrimcilerin iki yüzlülüğüne, tüketim çılgınlığından orta sınıfın cahilliklerine uzanan temaları işliyordu ve etkilendiği isimler olarak Langston Hughes’u, Malcolm X’i, Nina Simone’u, John Coltrane’i gösteriyordu. Brian Jackson’la iyi bir ikili oluşturan ozanın 1974 tarihli dördüncü albümü Winter In America büyük beğeni kazandı ve başyapıtı olarak görüldü. Scott-Heron albümlerinde hiciv yüklü şiirlerini de seslendiriyordu ve bu sırada ikinci romanı (The Nigger Factory) da çıkmıştı. Onu dönemin Marvin Gaye ya da Curtis Mayfield gibi militan soul şarkıcılarından ayıran, bu hiciv gücüydü.
80’li yıllarda dört albüm çıkaran rap şairi, verdiği mesajlarıyla politik rap’in de kurucusu olarak görülüyordu; bunun yanı sıra ‘asit caz’ türüne de öncülük ettiği söylendi. Çağdaş rap müzisyenlerine öğütler vermekten hiç geri durmayan Scott-Heron, sahicilik, daha sanatsal bir yaklaşım ve içinde bulunulan duruma eklenmektense onu değiştirmeye yönelik tavır almaktan yanaydı. 1994’te çıkan Spirits, bu yılın müjdesi I’m New Here’den önceki son albümüydü.

Devrimci Zenci Sahnede

Yeni albümün turnesi kapsamında Gil Scott-Heron elbette ki Londra’yı es geçmedi. Londra’nın güneyinde bulunan Brixton’daki O2 Academy binasının ışıklı tabelasında, 14 Kasım 2010’da “An Evening with Gil Scott-Heron” yazıyordu. Hava dondurucu soğuktu ve kapının önünde uzun bir kuyruk oluşmuştu. İşte burada önceden alınan biletlerin güzelliği: Tam saatinde geldiğimiz için hiç beklemeden girebildik içeri.
O2 Academy garip bir mekan. Kubbesi oldukça yüksekte, ancak siyaha boyalı olduğundan, insan kendini açık havada zannedebiliyor. Sahnenin üst bölümleri antik ya da klasik çağdan sütunlar, taklar ve benzerleriyle dekore edilmiş. Salon geniş, ayakta çok fazla seyirci alabiliyor; üst katta ise oturulabiliyor ama orası fazla yüksek geldi bize. Salonun arka cephesinde birçok bar var, lakin bira çeşidinin az olmasına şaşırdık. Rap şairinin kitap ve tişörtlerinin satıldığı bir köşe de vardı salonun hemen girişinde.
Sözünü ettiğim kuyruğa rağmen, ön grubun dinletisi bitip sıra Gil Scott-Heron’a geldiğinde salon ısınmıştı, ama tamamen dolu değildi. Yıl 1978 ve sahneye The Clash çıkıyor olsaydı, bu salon tıka basa dolu ve daha sıcak olurdu, diye geçirdim aklımdan. Yine de, oradakiler, ozanın eski dönemlerini olduğu kadar yeni albümünü de biliyor gibiydiler.
Gil Scott-Heron, I’m New Here’in kapağındaki gibi gri, bol bir takım ve beyaz gömlek ve de alkışlar içinde çıktı sahneye. Çıktığı gibi de öne gelerek konuşmaya başladı: “Bir CD çıkardığınızda farkınıza varırlar ve hakkınızda yazmaya başlarlar. Bu yıl kendim hakkında bilmediğim birçok şey okudum. Görünen o ki ben ‘kaybolmuşum’. Yani eğer bu geceki performans sırasında aniden yok olursam özür dilerim.” Sonra laftan lafa atladı, hayatından (ancak yarısını anlayabildiğimiz) anekdotlar verdi, güldürdü ve ortada duran Rhodes keyboard’ının başına geçti. İlk notalar duyulduktan sonra da devam etti: “Oysa ben hep buradaydım.”
Konserin ilk bölümünde solo olarak ‘Ain’t No Place I Ain’t Been Down’ı, yaşlı bir Afrikalının anlattığı eski bir Afrika halk şarkısından esinlenilen ‘Winter In America’yı ve ‘We Almost Lost Detroit’i söyledi. Ardından, önceki grupları The Midnight Band ve The Amnesia Express’ten elemanlar kendisine katıldı. Şarkı aralarında uzun uzun anlatıyor, kendisini sample’layan müzisyenlerden, Somali’de yaşananlara acılara uzanıyordu. Saçları ağarmıştı, sesi belki biraz yıpranmış ama hala müthişti, şapkası ve karizmasıysa yerindeydi. Son yıllarını sorunlar içinde, zevklerden uzak biri için bizce hayli neşeliydi. “Eğer sen kendini eğlendiremiyorsan, insanlar da seni eğlendiremez,” diyordu. Gece indikçe, başarılar kazandığı eski takımına dönen bir sporcu gibi hızla ısındı, salonu da ısıttı.
En iyi zamanlarındaki ekürisi Brian Jackson’ın yerinde, sanki bu kez Vernon James vardı ve flütle saksafon da ondaydı. Kim Jordan ikinci keyboard’da, Tony Duncanson ise perküsyondaydı. Eğlence giderek arttı. ‘Is That Jazz?’, ‘Pieces of a Man’, ‘Your Daddy Loves You’ şarkıları incelikli ve ustaca yorumlarla seyirciye ulaştı. Bu anların ne kadar değerli olduğunun farkında olanlar az değildi. Yeni albümden ise, “Mark Lanegan’ın yorumu çok güzeldi” diyerek övdüğü ‘I’ll Take Care Of You’ seslendirildi. Daha sonra, gecenin en yüksek anları ‘The Bottle’ ile geldi. Ancak ortasındaki uzun bongo solosu yerine bir ‘The Revolution Will Not Be Televised’ ne güzel olurdu, diye geçirdim aklımdan. Sonra sahneden inen ekip, tek şarkı için geri geldi ve ‘Be Safe Be Free’yi söyledi. Uzun süren alkışlar ve selamlamalardan sonra O2 Academy’nin loş ışıkları yandı. Tarihe tanıklık 80 dakika sürmüş ve bitmişti. Çıkarken, nedendir bilinmez acele ettik; ancak bu, şehirli bir Türk olmanın yan etkilerinden biriydi ve tamamen gereksizdi. Belki konser sonrası sokakta tezgahlar açılmış, Scott-Heron’un güzel tişörtleri, eski kitapları satılmıştı.
2000’li yılların başları çok sıkıntılı geçti Gil Scott-Heron için. Kariyerinin başındaki avangart, radikal şair kimliğinin yanına bilinçli bir caz-funk şarkıcısını ekleyen müzisyen yıllar boyunca öğütler verdiği, tavsiyelerde bulunduğu konularda kendisi takılıp kalarak yıllarını harcadı belki, ama artık kendini tekrar bulmuş görünüyor. 2010’da bolca konuşuldu, kalabalıklar karşısına çıktı, eski sıcaklığı yakaladı ve yeni dinleyiciler de kazandı. Amerika’da kış gelmiş olabilir, ama Gil Scott-Heron için yeni bir bahar başladı çoktan.

Saturday, January 1, 2011

2010'da Müzik

Dinlediğim 2010 tarihli albümler arasında en sevdiklerim:

Yabancı:
Kayo Dot / Coyote
The Ex / Catch My Shoe
Gil Scott-Heron / I’m New Here
Swans / My Father Will Guide Me Up A Rope To The Sky
Mulatu Astatke / Mulatu Steps Ahead
The Dillinger Escape Plan / Option Paralysis
Tindersticks / Falling Down A Mountain
Faust / Faust Is Last
Liars / Sisterworld
Grinderman / 2

ve tabii:
Johnny Cash / Ain't No Grave

Yerli:
Alper Maral / Elektroakustisch!
Baba Zula / Gecekondu
Sakareller / Beş Dakika Daha
Rakı / Kokoteks Ltd.
Ricochet / The Burning One

Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri. Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi. Konuşmalar yapılır ...