Wednesday, October 24, 2007

Olduğun Gibi Derin


“Dünyanın en hüzün verici sesi” bir kez daha duyuluyor. “Eğer hâlâ oradaysan, beni duyabiliyorsan, hazır durumda ol / Daha olacağı var, aramaya başlama, hazır durumda ol” diyerek, son derece hüzünlü bir vokal melodisiyle duyuruyor kendini o ses. O ses, Robert Wyatt’ın sesi. Yine, iyi bir albümün birikebilmesi için gereken süreyi geride bıraktıktan sonra; olayları, durgunlukları, duyguları ve bu duyguların tortularını biriktirdikten sonra Wyatt’ın sesi duyuluyor yine. Bu sesin bu kez nasıl çıkacağını merak ve aynı zamanda tahmin de edenler, bekledikleri tonda duyabiliyorlar o sesi yine.
İngiltere’nin güneyindeki Canterbury bölgesi müzik tarihi adına en verimli topraklardan sayılıyor. Özellikle ‘progressive’ denilen türde Wilde Flowers, Caravan ya da Kevin Ayers gibi birçok müzisyen ya da topluluk her nedense bu bölgeden dünyaya açılmış, açılıyor. Bir zamanlar Robert Wyatt’ın davulcusu olduğu ve ismini William Burroughs’un aynı adlı romanından alan Soft Machine de Canterbury’de kurulmuş yıllar önce. 1970’te “The End of an Ear” isimli deneysel bir solo plak yapan, The Matching Mole grubuyla yoluna devam eden, 1973’te halen karısı, yol arkadaşı, şair ve ressam olan Alfreda ‘Alfie’ Benge ile evlenen Wyatt, bilindiği gibi aynı yıl bir partide dördüncü kattan düşüyor ve ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkûm oluyor.
Birbirinden güzel solo plaklarla müzik yapmayı sürdüren bilge müzisyen Robert Wyatt, son albümü “Cuckooland”in ardından beş yıl süren bir sessizlikten sonra yeni albümü “Comicopera” ile sesini duyuruyor. Bir önceki albüm iki bölüme ayrılmıştı. Albümün tam ortasında, durmak, soluklanmak, eğer gerekseydi plağın öbür yüzünü çevirmeye yetecek kadar bir boşluk vardı. Sonrasında öbür yüzün şarkıları başlıyordu. Bu yeni albüm ise üç bölüme ayrılmış. Üç perdeye... Birinci perdeye ‘Lost in Noise’, ikinciye ‘The Here and The Now’, üçüncü ve son perdeye ise ‘Away with The Fairies’ ismi verilmiş. Uzaktan bakılınca karanlık ve hüzünlü bir ilk perdeden, sonrasında dağılan bulutlardan ve daha huzurlu bir ikinci perdeden, sonda ise gökyüzünün gerçek rengini bilmek ama görememekten bahsedilebilir. Derinde -çok da derinde değil- Wyatt’ın her zaman temiz tuttuğu politik zemin var. Onun müziği, bir kez daha, insanı içine çekebilecek güce fazlasıyla sahip.
Gerçekçi olmak yanında ümidi de taşımalıdır ama gerçekçi olan için kötümser olmamak zordur. Robert Wyatt da böyle bir pencereden bakıyor dünyaya. Yeni albümün müzikal yapısı Wyatt’ın kendine has çizgisinde. Açılışta bir Anja Garbarek bestesi var: ‘Stay Tuned’. Melodik ve hüzünlü aşk parçalarının ardından ikinci perde daha aydınlık. Yapı bakımından üç perdelik bir opera olarak görünmesine rağmen, bir grup olarak stüdyoda birlikte kaydedilen albümün havası bir öncekine nazaran daha sıcak. Grup derken, müzisyenin albümlerinde ona hep eşlik eden eski arkadaşları Brian Eno, Paul Weller ve Phil Manzanera gibi dev isimlerden söz ediyoruz. Anlatıcısının zaman zaman değiştiği öyküde, ikinci perdenin sonunda bombalama eylemi gerçekleşiyor ve burada, albümdeki son İngilizce cümle kuruluyor: “Sonsuz nefretini kalbime ektin.” Robert Wyatt, “Bunun sebebi lanet olası savaş,” diyor. “Son perdede yüzümü dünyaya dönüyor ve bir anlam arıyorum. Devrim mi, din mi, artık her ne ise...” Eski Yunan’da komedi ve trajedi birbirine zıt kavramlar olsa da bunun sebebi, trajedinin tanrılar ve kader, komedinin ise insanoğlunun zayıf yanları hakkında olması yüzündendi. Robert Wyatt yeni albümünde bunun altını çiziyor. Bu protesto sonucunda üçüncü perde İtalyanca ve İspanyolca söyleniyor.
Bu son perdede İspanyol Lorca’nın şiiri, İtalyan rock grubu CCCP ve kapanışta da Kübalı müzisyen Carlos Puebla’nın ünlü ‘Hasta Siempre’sinin bir yorumu var. Evet; Arjantin doğumlu efsane devrimci Ernesto ‘Che’ Guevara için yazılmış olan o muhteşem şarkı... Bilmiyorum kaç kişi farkında ama “Comicopera” albümünün İngiltere’deki çıkış tarihi 9 Ekim. Bu tarih, Che’nin 40. ölüm yıldönümüyle aynı. Bir zamanlar ülkesindeki muhafazakâr hükümetin karmasarlığıyla yedi yıl boyunca sessiz kalıp ancak 1997’de “Shleep”i çıkaran bilge müzisyen, bu kez Che’nin 40. yılı anısına konuşuyor sanki.
Robert Wyatt’ın müziği ancak onun içinden kopup gelirse bizlere ulaşabiliyor. Yani, önce onun buna ihtiyaç duyması gerekiyor; sonrasında biz onun sesini ve müziğini duyabiliyoruz ancak. Psychedelia’yı sıcak insan dokunuşuyla, cazı politikayla, doğu ezgilerini acıyla, derin hüznü ince mizah duygusu ve ümitle, hümanizmi öfkeyle bir araya getirebilen usta müzisyen Wyatt, dünyanın sanatla atan kalbinin görünmez damarlarından birisi. Onun pencereleri dünyanın bütün toplumlarına açılıyor. Etnik kökeni ne olursa olsun, dünyadaki her birey, kendi acısını dile getirebilmek adına onun müziğini seçebilir, ona işaret edebilir.

Tuesday, October 9, 2007

Fotoğraftaki Masal


Hollandalı ressam ve baskı ustası Rembrandt van Rijn’ın geçen yıl 400. doğum yılı kutlandı. Etkinliklerden ve sergilerden Türkiye de payını aldı ve dünya gözüyle Rembrandt’ın bazı eserlerini görebilme fırsatına sahip olduk. Ressamın en tanınan tablolarından olmasa da, 1632 tarihli “Profesör Tulp’un Anatomi Dersi”, bundan tam 40 yıl önce çekilmiş olan bir fotoğrafla yan yana geldiğinde ilginç bir benzerlik oluşturarak insanı şaşırtabiliyor.
Yazar ve sanat eleştirmeni John Berger, 40 yıl önce vurularak öldürülen devrimci Ernesto ‘Che’ Guevara’nın ölümünün ardından yazdığı yazıda, Rembrandt’ın söz konusu resmi ve Che’nin Vallegrande köyündeki ölümünün ardından ‘sergilenirken’ çekilmiş olan fotoğrafı arasındaki ilginç benzerliğe dikkat çekerken, bir yandan da aslında bunun şaşılacak bir şey olmadığının altını çiziyor. Çünkü her ikisi de bir ölüyü temsil ediyor ve nesnel olarak inceleme yapılırken çekilmiş ya da resmedilmiş. Berger, önemli olanın, fotoğrafın temsil ettiğinden çok, dünyanın durumuna katlanamayarak kendi yolunu çizen Che Guevara’nın tasarlanarak seçilmiş ölümü olduğunu söylüyor. “Tasarlanan ölümü, ona, dünyayı değiştirmenin zorunluluğunu gösterdi. Tasarlanan ölümünün verdiği hak sayesinde, bir insan için zorunlu onurla yaşamayı başarabildi,” diyor İngiliz yazar. “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, eğer savaş sloganlarımızı başka bir kulak duyacak, silâhlarımızı kullanmak için bir başka el uzanacaksa ve başkaları, makineli tüfeğin kesik güçlü ezgisiyle, yeni savaş ve zafer sloganlarıyla ağıtlar yakmaya hazırsa, hoş geldi,” diyen de Guevara değil miydi zaten? O ne yaptığının fazlasıyla farkında olan bir insandı.
9 Ekim 1967 tarihinde devrimci lider Ernesto Che Guevara, CIA ajanı Felix Rodriguez’in sağladığı istihbaratı kullanan Bolivya ordusu tarafından ormanlık bölgede yakalanıp, çatışmada öldüğü sanılsın diye defalarca bacaklarından vurularak öldürüldü. Sonrasında yapılanlar da bir giz değil artık. Guevara’nın 5 Mart 1960’ta Alberto (Diaz Gutierrez) Korda tarafından çekilen fotoğrafı, 47 yıldır dünyanın en tanınmış fotoğrafları arasında yer alıyor. 200’den fazla objenin üstünde bu fotoğrafın baskısına rastlanabiliyor: Tişört, çanta, rozet, sigara kutusu, şapka, pul, poster, şarap şişesi, matruşka bebekler, aklıma ilk gelenler. Korda, 136 Kübalının öldürüldüğü bir saldırının ardından düzenlenen ve Che’nin de katıldığı cenaze töreninde çekmiş bu ünlü fotoğrafını. Che’nin yüzündeki “öfkeli ve üzüntülü” ifadeden çok etkilendiğini söylüyor. Esas çerçevede bir adamla palmiye yapraklarının arasında duran ‘Commandante,’ daha sonra fotoğrafçı Korda tarafından izole edilmiş ve bu ‘ikonik’ imge doğmuş.
John Berger gibi fotoğraf sanatıyla ilgilenmiş, bu konuda (da) derinleşerek düşünce üretmiş yazarlardan biri olan Susan Sontag, ölümünden sonra “Che’nin ilham verici güzel bir masala dönüşmesine izin vermememiz gerektiğini” söylemişti. “Onun eşsizliğini vurgulamak, onu çağdaş dünyanın tartışmalı bir siması olarak görmek çok daha iyidir.” Ancak, zaman içinde Sontag’ın söyledikleri gerçekleşemedi ve Che bir tür masala dönüştü. Yine de, onun hakkında bilinen doğruların pek azı bile bugün birçok genç insan için esin kaynağı olmaya ve devrimci olarak bilinçlenmeye yol açabiliyor.
Cesareti ve idealistliğiyle Che, yoz devrimci geleneğin tam karşısında duruyordu. Daha doğrusu durmuyor, sürekli hareket ediyordu. Çünkü biliyor ve söylüyordu: “Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır.”
Ona ithafen yazılan sayısız şiirden birinde, İngiliz Christopher Logue şöyle diyordu: “Aralık. Geç kalmış kuşlar kanat çırpıyorlar. / Bir otomobilin karla kaplı ön camına şunları yazıyorum: / CHE YAŞIYOR!”

*Bu yazı 7 Ekim 2007 tarihli Radikal 2'de yayımlanmıştır.


Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri. Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi. Konuşmalar yapılır ...