Sunday, March 18, 2007

Bir Albüm: Young Marble Giants


Britanya toprakları müzik açısından her zaman verimli olmuştur. İngiltere, ülke olark popüler müziğin iki büyük lokomotifinden biri olsa da, İrlanda, İskoçya ve hatta Galler’den de dünya çapında ilgi gören müzisyen ve gruplar çıkmıştır. Galler deyince aklıma ilk gelen örnek Manic Street Preachers. Hemen ardından ise, bugün isimleri pek az hatırlanıyor olsa da, Young Marble Giants geliyor. 1980 başlarında Ada’nın ortasındaki Manchester şehrinde Joy Division topluluğu “Closer”ı kaydederken, daha güney batıdaki Galler’ın başşehri Cardiff’te de Young Marble Giants üçlüsü, sonraları kült bir başyapıta dönüşecek olan “Colossal Youth”u yaratıyordu.
Stuart ve Philip Moxham kardeşlerle beraber vokalde Alison Statton’da oluşan YMG üçlüsünün müziği bugün hala benzersiz. Müzik endüstrisinin karmaşası içinde, new-wave, post-punk, indie ve pop müziğin ortasında, son derece minimalist bir yaklaşımla ve çok kısa bir süre boyunca müzik yaptılar ve sonra da sağa sola dağıldılar. Onların öncüsü olarak bir isim verebilmek kolay değil, takipçileri olduğunu söylemek de öyle. Türk şiiri ile kıyaslarsak, bence Ahmet Muhip Dıranas gibi öncesi ve sonrası olmayan bir yerde duruyor YMG.
Yumuşak ve özelliksiz bir davul makinesi, funky bir bas, kısa ve kesik gitar akorları ve Statton’ın ‘serin’ ve nötr vokalleri.. Ortaya çıkan ise, son derece atmosferik, yoğun, melodik ve büyüleyici bir müzik. Her an patlamaya hazır ama hiçbir zaman patlamayacağından emin olunan bir hal. Duygu hariç tüm yüklerinden arınmış, minimalist pop müziğinin doruk noktası...
Tüm bu özellikler, kolayca tahmin edilebileceği gibi “Colossal Youth” albümü çıktığında gruba kısa sürede sadık bir izleyici kitlesi yaratsa da, ticari açıdan başarı sağlayamadı. İki EP daha kaydettikten sonra üçlü 1981’de dağıldı. Solist Statton, caz, lounge ve popu birleştiren Weekend grubuna katılırken, kardeşlerden besteci ve şarkı sözü yazarı Stuart Moxham ise önce The Gist grubunu kurdu, sonra da 90’lı yıllarda yoluna, asla YMG kadar iz bırakmayacak olan solo çalışmalarla devam etti.
Bugün biraz araştırdığımızda, Everett True, Andrea Juno ya da Richie Unterberger gibi önemli ve ciddi müzik yazarlarının YMG’ın müziğine övgüler düzdüklerini görebiliyoruz. Rahmetli Kurt Cobain’in hayatını değiştiren 10 albüm arasında da YMG’ın “Colossal Youth”u vardı. “Bu müzik insanı gevşetiyor, rahatlatıyor. Tamamen atmosferik.. Zevk veren bu müziği çok seviyorum. Onları pek tanımıyordum, yani Moxham kardeşleri.. ‘Bleach’ albümünden bir yıl önce onları dinledim. O sıralar sadece resim yapıyordum ve sanatsal faaliyetler içindeydim. Bugün böyle bir müzik duyduğumuzda, heyecanlanmamamız gerekse de heyecanlanıyoruz. Ne tuhaf değil mi?.. Yakında bir YMG toplamasına ‘Credit in the Straight World’ şarkılarını yorumlayarak katılacağız,” diyordu Cobain. Son söylediği gerçekleşemedi ama Courtney Love, grubu Hole ile bu şarkıyı daha sonraları yorumladı.
Eğer istenirse, Crepuscule şirketinin on beş yıl sonra çıkan CD baskısında EP’lerle birlikte Young Marble Giants’ın bütün şarkılarına ulaşılabiliyor. Indie pop’un temel renkleri, en makyajsız ve berrak haliyle onlarda saklı.

Bir Albüm: The United States of America


İsimlerine bakmayın... 1968 tarihinde çıkardıkları ilk albümleriyle progressive rock ile psychedelia’nın, performans sanatıyla deneysel müziğin karşımı olarak görülen ve Amerikan ticari kültürünü hicveden devrimci bir yapıta imza atmış olan bu grup, bugün, isimlerinin çağrıştırdığı tüm olumsuz anlamların tam karşıtında duruyor. Daha doğrusu duruyordu; çünkü grup çok uzun bir süredir, 38 yıldır yok!
Sadece bir albüm yaptı The United States of America. Ama yaptıkları müzik o kadar öncüydü ki, bugün müzik tarihinin en kült grupları arasında sayılıyorlar. Birçok enstrümanı çalabilen besteci Joseph Byrd önderliğindeki grup, gitarın ön planda olduğu bir dönemde gitarsız nasıl müzik yapılabileceğini herkese göstermiş, ama ticari açıdan başarısızlık ve uyuşturucu problemleri sonrası iki yılda defterini kapatmıştı.
1960’ların başlarında New York şehri, sanatın her dalında son derece yaratıcı, üretken ve öncü bir insan topluluğuna, hatta kuşağa yataklık ediyordu. Nereye bakılsa bir sanatsal aktiviteyle karşılaşılıyordu. Avangart müziğin dev bestecilerinden Berkeleyli Steve Reich, La Monte Young ve Terry Riley’in ekolünden olan Joseph Byrd, Stanford akademisinden yüksek lisansla gelip, işte böyle bir ortamın içine düşmüştü. Büyük bir şans sonucu, ilk performansında ona modern müziğin virtüöz piyanistlerinden David Tudor eşlik etmişti. Byrd, “Tabii bütün bunların merkezinde John Cage vardı,” diyor. “Onun etkisi müzikten dansa, oradan da ismi bile olmayan sanat dallarına uzanıyordu ve her türden sanatçıyı üretime sevkediyordu.” New York’un bereketli sanat ortamında bulunurken gözlerini ve kulaklarını dört açan Byrd, The United States of America’nın müziğini. arkadaşlarıyla birlikte burada yeşertti. Besteci Charles Ives’a duyduğu sevgi, onu avantgardın yanına tarihi bir boyut katmasına da sebep oldu. Etnomüzikoloji doktorasıyla birlikte Hint, Endonezya ve Japon müziklerine de yönelen Byrd, devrimci ideolojiyi tüm bu eklektik unsurlarla yoğurarak kendi yapıtını oluşturdu ve akademisyen olarak çalıştığı U.C.L.A.’in dışında da ilgi gördü.
Rock müziğine uzak müzisyenlerle oluşturulmuş bir rock grubu, “The United States of America”. Aynı isimli tek albümleri, ‘The American Metaphysical Circus’ şarkısıyla başlıyor. Sirk efektleri ve elektronik seslerle psychedelia’nın bütün havası bu şarkıda var. İkinci sıradaki ‘Hard Coming Love’da ise rock duygusu devreye giriyor. Grubun sound’unda Byrd’in o dönemlerdeki sevgilisi Dorothy Moskowitz vokalleri ve Gordon Marron’ın elektrikli kemanı oldukça belirleyici. ‘Cloud Song’ işte bu kemanlarıyla masalsı bir hava yaratırken, Hieronymus Bosch’ın 1504 tarihli ünlü tablosundan ismini alan ‘The Garden of Earthly Delights’ orgların sivri sesleri ve sert ritmiyle albümün en akılda kalıcı şarkısı belki de. ‘I Won’t Leave My Wooden Wife For You, Sugar’da vokalde Byrd var. Country melodileri çalan kemanlar ve yine elektronik seslerle yüklü şarkı birden kesiliyor ve bir tören melodisi devreye giriyor. Küçük bir kilise korosuyla çok sesli olarak başlayan ‘Where Is Yesterday’ ise üç dakikaya akıldan çıkmayan bir nakarat sığdırıyor. ‘Coming Down’ yırtıcılığıyla öne çıkarken maalesef çok kısa sürüyor. Bu şarkılar bugün kaydedilseler, kesinlikle daha uzun çalınırlar. Kemancı Marron’ın vokal yaptığı romantik ‘Stranded in Time’ da maalesef iki dakikayı bile bulmuyor ve Kinks şarkılarını akla getiriyor. Şarkı sözleri ise hayatını finansal hedeflere odaklayanlara yönelik bir güzelleme!.. Ernesto Che Guevara’nın ölümünden 75 gün sonra (23 Aralık 1967’de) kaydedilen ‘Love Song For The Dead Che’ için “çok güzel” denebilir ancak: “Geceleyin sana çiçekler getirebilirim / Titreyen parmaklarımın sana dokunuşu kadar yumuşak çiçekler, aşkım / Yılın sonuna doğru, yılın sonuna doğru...” Üç bölümden oluşan son parça “The American Way of Love” ise tuhaf bir ‘sonik-kolaj.’
The United States of America bugün Curved Air, Portishead, Broadcast gibi farklı grupların etkilendiği isimler arasında saylıyor. Tek albümlerinin tek sorunu, kısa olması. Ama neyse ki 2004’te yeniden yapılan CD baskısına 10 tane de ‘bonus’ şarkı eklenmiş durumda. Psychedelic müziğin köklerine erişmek isteyenler “The United States of America”yı ıskalamamalılar. Hippiliğin devrimci yanı onlarda saklı.

Kuyan-Bulak Halı Dokumacıları Lenin'i Onurlandırıyor

Sık sık ve cömertçe onurlandırılır Yoldaş Lenin. Büstleri vardır ve heykelleri. Kentlere ve çocuklara verilir onun ismi. Konuşmalar yapılır ...